Hoşgeldin Giriş Yap

Belma Atakan Özay
Oyun Kampta Kurucusu & Fikir Annesi
Bir hayal kurdum, henüz kızım Ece’yi doğurmadan önce… Çocuğum olduğunda kendi çocukluğumdaki güzellikte doğaya, insana, hayvana, maviye ve yeşile aşık, uyumlu bir çocuk olmasını sağlamak için… Hayalimde hep çocuklarla bir arada oyun oynuyordu daha doğmamış olan çocuğum. Ama bu nasıl olabilirdi ki? Sadece hayalde kalacaktı yüksek ihtimalle. Çünkü büyük şehirde çocukların sokak kültürünü alarak büyümesi günümüz şartlarında pek mümkün değildi artık. Biz öyle miydik? Vaktiyle henüz kasaba olan Yalova gibi küçük bir yerde büyümüştüm. Çocukluğum arka bahçedeki yamuk ağaçta sallanarak, muşmula savaşı yaparak, ateş böceği toplayarak, arkadaşlarımla akşam ebesi, saklambaç, yakan top gibi sokak oyunları oynayarak geçmişti. Peki tüm bunları yaşamadıktan sonra bir çocuk nasıl mutlu olabilirdi?
Zaman geçti kızım doğdu… Hayallerim hep kafamın bir tarafında dönüp duruyordu. Ben 14 yıllık kurumsal iş hayatımı çocuğumu tek başıma büyüttüğüm için bırakmak zorundaydım. Ama vakti gelince yine işime dönmekten başka da çarem açıkçası yoktu. Çünkü üretmeyi, çalışmayı kendimi geliştirmeyi, yeni insanlar tanımayı seven sosyal biriydim… İş hayatıma 99 depreminden sonra 18 yaşımda ailemden ayrılarak tek başıma İstanbul’a taşınarak başlamıştım. Yalova’da yaşanan herkesin doğa felaketi diye tanımlandırdığı benim ise “Doğa verdiklerini günü gelince alır” diye düşünerek doğayı haklı bulduğum bu olayda Yalova’da işsizlik artmış ve gençler çok zor durumda kalmıştı. Belki bu yüzdendir ki iş yapmayı zorunluluk olarak görmem bir yaşam biçimi olarak düşünürüm. Hangi işte çalıştıysam gerçekten çok sahiplenip o işi daha nasıl geliştirebilirim diye hayal kurardım. Çünkü işi iş olduğu için değil hayal kurmaya çok açık bir platform olarak gördüğüm için severdim. İşte Oyun Kampta projem de tam da bu hayaller ile başladı.
Oldum olası ailemden hiç 5 ya da 7 yıldızlı tatil anlayışı görmedim. Babam her zaman karavan alma hayalini kuran bir memurdu. Henüz 10 yaşımdayken bizi 20 günlüğüne Fethiye Katrancı’da çadır kampına götürmüştü. Arabanın tekerlekleri bizi nereye götürürse bizim için tatil orasıydı, plan yapmazdı… Aslında ailemden gördüğüm bu akışta olma hali bir yerden sonra farkettim ki benim yaşam biçimim olmuş. Bu yüzden ki herkesin yaptığı şeyleri yapmak yerine hep bir alternatif arayışım oldu hayatım boyunca. Ve onlardan öğrendiğim, edindiğim bu alışkanlıklar çocuk büyütmeme de yansıdı. Örneğin Ece henüz emeklerken şubat – mart aylarında Caddebostan sahiline götürüp kumda ve denizde oynamasına izin veriyordum. Görenler şaşırıyor ve kızım çocuk üşütecek diye seslenen teyzeler ile etrafımda doluyordu. Ama ben onun ruhunun mutluluktan sıcacık olduğunu hissediyordum. Biliyordum ki bu onu daha da sağlam bir vücut ile hazırlayacaktı hayata… Sonra Ece’nin bu hal resimlerini sosyal medyada anı olması için paylaştığımda bir de baktım ki bir sürü benim gibi anneden güzel tepkiler gelmeye başladı. “ Belma Hanım bizi de çağırır mısınız? Biz de çocuklarımızla gelelim “ şeklinde paylaşımlar olunca bir gün dedim ki hadi D Vitamini Partisi yapalım mı anneler? Ve o gün etrafımda en az 20 anne – 20 çocuk görünce inanamadım. Çünkü bir insana yapabileceğin küçücük bir dokunuş aslında bir çocuğun gelişimine ne kadar büyük etki edebilirmişi gördüm. Duygulandım…
Sonra bu hayal büyümeye başladı. Eskiden beri tatil anlayışım çiftlikler, pansiyonlar sıcak, küçük ve samimiyeti en çok da bir hikayesi olan konaklama merkezleriydi. İlgimi çekerdi hikayesi ve bu hisleri paylaşabilmek için giderdim yerinde deneyimler ve anlamaya çalışırdım. Ece ile de aynısını yapmak istiyordum. Onu asla otellerin plastik ve samimiyetsiz yaşantısı ile tanıştırmak istemiyordum. Yanında bir sürü çocuk olsun ve özgürce koşsun, ağaca sarılsın, toprağa ayağını yalın ayak bassın tüm hücreleri ile doğayı hissetsin istiyordum. Bir gün işte böyle bir yerden yaz tatilimiz için rezervasyon yaptım ve yine sosyal medya hesabımdan duyurusunu yaptım. Hadi ben Ece ile gidiyorum kim gelmek ister dedim ve bir de baktım ki 7 aile benimle beraber… Gittiğimiz yer 42 dönümlük bir ekolojik yaşam çiftliği. İçerisinde atlar, keçiler, tavuklar, hiç ilaç olmayan havuz ve kerpiçten, ağaçtan evler vardı. Tabi bu organizasyonu böyle bırakmadım. Bir de eğitmen aldım yanımıza. Alternatif eğitim biçimini benimseyen bir eğitmen… Çünkü çocukların dokunduğu her bir sanat biçimi, müzik biçimi farklı olmalıydı. Alışılmışın dışında olmalı ki kendimi iyi hissedebileyim. Bu yüzden eğitimdeki bu alternatif akımları öğrenmek için okumaya ve araştırmaya başladım. Waldorf, Reggio Emilia derken kendimi epey içinde buldum bu akımların. Hatta kar amacı gütmeyen bir okulun kuruculuğuna kadar götürdü yol beni… Bu samimiyetler ışığında sosyal medya ve ilk kampıma gelen ailelerin çevrelerindeki insanlar ile bir anda kulaktan kulağa yayılmaya başladı bu kamplar… Kamplarda yaşadığımız ateş başı masallarımız, ağaca sarılıp ağacın kalbini dinlemelerimiz, çocuğa ve sanata yaklaşım biçimimiz, çocuk hakları, insan hakları ve hayvan hakları savunuculuğumuz… Gitgide beni ve ekibimizi takip eden, tanıyan, anlayan binlerce insan olmaya başladı etrafımızda. İlerleyen zamanlarda basının da ilgisini çekti bu oluşum ve daha da büyümeye başladı ilgi. İlgi büyüdükçe kamp sayılarımız arttı… Artık beni tanıyan ancak benim tanımadığım, tanımadığım halde dokunduğum insanlar oluşmaya başladı. Mutluluk, şaşkınlık, gurur hepsi bir arada bir yoldayım. Yol o kadar güzel ki ailemin öğrettiği gibi her daim akıştayım… Belki bu yola iş kurma ve para kazanma hayali ile çıksaydım bu kadar başarılı sonuçlar elde edemeyebilirdim.
Bu yüzden çocukluk dönemindeki hayallerin uçsuz bucaksız bırakılması ve çocuklara bırakılan bu alanda çocukların özgürce dans etmesi bizim geleceğinden mutlu yarınlar yetiştirebileceğimizin gerçeğini yüzleştiriyor… Özgür ve birey yerine koyulmuş çocuklar ve mutlu yarınlar… Belki de sadece bu tek cümle bile tüm bu anlattıklarımı özetliyor…